DEEP SPACE 9: THE FALLEN

 

Uzay Yolu oyunlarının girizgah bölümlerinde adet edindiğim üzere, hemen kısa bir tarihçeyle başlamak istiyorum. Elite Force oyununda bahsettiğim gibi, bugüne dek dört farklı Uzay Yolu dizisi çekildi. Deep Space 9 - Derin Uzay 9, bunların üçüncüsü. İlk olarak Amerika' da 1992 - 1999 yılları arasında gösterilen dizide olaylar, Bajoran gezegeni yörüngesindeki, eskiden Cardassianlar tarafından kullanılmakta olan, ancak daha sonra Federasyon' a devredilen bir uzay istasyonunda geçiyor (eski adıyla Terak Nor, yeni adıyla Derin Uzay 9 istasyonu). İstasyonun kumandanı, kaptan Benjamin Lafayette Sisko. Ortamlar ve konu, diğer Star Trek dizilerine göre daha karanlık.

Olaylar ise, istasyon yakınlarında keşfedilen bir solucan deliği (wormhole) ve Dominion Wars adı verilen büyük savaşlar etrafında şekilleniyor. Bir de USS Defiant' dan bahsedelim. Defiant, Romulanlar' la yapılan anlaşma uyarınca, Federasyon' un bir gizleme aleti (gemiye görünmezlik özelliği veren cihaz) yerleştirdiği ilk gemi. Küçük ve çevik bir yıldız gemisi, özellikle istasyonun savunmasında kullanılıyor.

Yine lafı uzattıkça uzattım. Ne yapayım, konu Uzay Yolu olunca durasım gelmiyor. :) Toparlamak gerekirse, Deep Space 9: The Fallen, Star Trek liasnsıyla yapılan ilk 3rd person shooter (biraz hızlı topladım galiba!). Yayımcı firma Simon & Schuster (kesin yanlış yazdım bunu!), uzun yıllardır Star Trek konulu CD-ROMlar çıkarıyordu ama bunlar genelde teknik konuları anlatan başvuru kaynaklarıydı. Arada birkaç tane de film adventure çıkarmışlardı (ST: klingon ve ST: Borg mesela). Bu kez de karşımıza Fallen' la çıktılar işte.

İlk başta garip görünse de, Fallen için Unreal Tournament motoru kullanılmış. Tabi yapımcılar motorun üzerinde epey oynamışlar 3rd person sistemine adapte edebilmek için. Oyun iki yıldır hazırlık aşamasında olduğundan,UT motorunu kullanarak işleri hızlandırmayı amaçlamışlar. Aslında oyun çoğu zaman, anlamadığım bir şekilde bana first person shooter oynadığım hissi verdiği için, ben bu durumu pek de garipsemedim.

Oyunun sistem gereksinimlerini sizlere aktarırken gözyaşlarımı tutamayacağım için (buhuhu), kısaca "hayvan gibi 3D istiyo abi" demeyi seçiyorum (samimi de olurum icabında :). 3D kart tabi ki şart, bunun yanında bolca RAM ve güçlü bir işlemci de fena olmaz tabi. Benim bu teknoloji düzeyine ne zaman ulaşacağım konusunu ise burada tartışmak istemiyorum artık, siz de sıkıldınız ben de.

DS9 : The Fallen' ın konusu, MILLENIUM TRILOGY isimli bir Deep Space 9 romanını temel alıyor. Pah-Wraith adında güçlü bir yabancı ırk geri dönüyor. Güçleri ise, üç tane kırmızı kürede saklı. Bizim amacımız ise, bu pah-wriathler ya da başka bir ırk bunları bulup güçlerini kötüye kullanmaya başlamadan önce küreleri bulmak.

Multiplayer oyunların patladığı bugünlerde, Fallen single player üzerinde yoğunlaşmayı seçmiş. Amacımıza ulaşmak için seçebileceğimiz üç karakter var: Kaptan Benjamin Sisko, Birinci Subay Kira Nerys ve Yüzbaşı Worf. Ancak işin güzel yanı şu ki, seçtiğiniz karaktere göre oyundaki bölümler de değişiyor, yani oyun içinde oyun var diyim, üç oyun bir arada diyim siz anlayın. Ama karakterlerin senaryoları birbiriyle kopuk değil. Örneğin ilk bölümde Sisko bir Bajoran gemisindeki kazazedeleri kurtarmaya çalışırken, Worf da geminin takınlarında beklemekte olan Defaint' a sızan yaratıkların icabına bakıyor. Yani jher bölümde, aynı olayın üç değişik yönünü oynama imkanınız var.

Üç karakterin silahları aynı, ilk silahları dışında. Sisko type II phaser, Kira Bajoran phaser kullanırken, sevecen Klingon' umuz Worf ise baba yadaigarı Bat'leth 'ini (yani Klingon kılıcını) kullanmayı tercih ediyor. Böylece düşmanlarına kafa göz girişebiliyor.

Hazır silahlar demişken, hemen cephaneliğimizde neler var neler yok bir dökelim ortaya:

- Type III-A Phaser Rifle: Phaser tabancaları olur da phaser tüfekleri olmaz mı oyunda? Sniper özelliği de bulunan phaser rifle' ın en büyük sorunu cephanesini çabuk tüketmesi. Dikkatli harcayın.

- Federation Gravity Mines: Bunlar iki şekilde kullanılabiliyor. İster duvara monte et, menziline biri girer girmez patlasın (mayın özelliği ya da patlarsam yanarsın da denebilir); ister üç saniyelik fünye ayarı ile el bombası olarak kullan. Koş vatandaş koş (saçmalama!).

- Federation Grenade Launcher: El bombalarını atarken kolumuz yorulmasın diye geliştirildiğini tahmin ettiğim bu silah, üç saniyede patlayan bombalar atıyor. Alternatif ateş seçeneğinde, tek seferde altı bomba sallamak mümkün. Ama israf kötü şey ona göre.

- Disruptor Rifle: Bu da Cardassian lazer tüfengi. Alternatif atışta sağa sola ateş ediebiliyor, ölüm saçabiliyor.

- Polaron pulse rifle: Bu da Dominion ırkından bir silah. Kısaca "deler geçer patlatır" şeklinde tarif edebileceğimiz bu silah, hedefleri delerek geçip başka hedefleri de vurabiliyor. Yani özellikle düşmanlarınız tek sıra halinde size doğru geliyorlarsa, hele bir de omuz hizası almışlarsa çok etkili olabiliyor.

- Dominion Shock Blade: Alternatif modda Batl'eth' den pek bir farkı olamayan bu silahın asıl potansiyeli, 3-4 metrelik (evet ölçtüm!) bir elektriksel yay çizerek yaratık kızartması yapması. Elektrikle çalıştığı için haliyle çok yazıyor, bir de doğalgazlı versiyonu lazım.

- Plasma thrower: Her Star Trek oyununda yapımcılar yeni bir ırk yaratmayı alışkanlık edindiler. Bu seferki yeni ırkımız Grigari ve bu silah da onların eseri. Yine genişçe bir alana, sıcak iyonize gaz fışkırtabiliyor (flamethrower gibin). Alternatif modda alanı daraltıp etkiyi artırıyor diyelim kısaca.

- EM Pulse cannon: Klasik bir "oyunun en güçlü silahı". Yüksek elektromanyetik gücüyle düşmanları kolayca molekküllerine, sonra atomlarına en son da quarklarına ayırır, üzerinde deneyler yapar, belirsizlik yasasını ispatlar falan. Tetiği basılı tutunca tahmin edin ne yapıyor? Evet, bırakana kadar yükleniyor ve ne kadar çok yüklenirse o kadar etkili oluyor.

Silahları da aradan çıkardığımıza göre devam edebiliriz. Biraz oynanıştan bahis açmak isterim. Yapımcı firma the Collective, oynanabilirliği arttırmak için elinden geleni yapmış. Bunlardan biri ilk görüşte pek sevmediğim ama sonradan alıştığım bir özellik: Diyelim ki bir kontrol paneline geldiniz, sizin "use" tuşuna basmanıza gerek kalmadan karakteriniz paneldeki tuşları kurcalıyor. Ya da yukarı doğru açılan bir kapı yarım açıkken önüne gelirseniz karakteriniz siz müdahele etmeden eğiliveriyor. Aslında bir allışınca çok hoş bir özellik ama, hiç başıma gelmemiş olsa da, karakterinizin istemediğiniz bir hareket yapıp stratejinizi mahvetmesi de mümkün.

DS9 : The Fallen, kamera açılarının kullanımı bakımından çok başarılı. Bir duvarın önüne gelince, ya da bir cisme sırtınızı verince abuk sabuk kameraları düzeltmekle uğraşmıyorsunuz. Ayrıca görüş alanınızda bir hedef varsa, kamera ona odaklanıp işinizi kolaylaştırabiliyor. Bu konuda oyun sorunsuz diyebilirim.

Oyun için anlatmadan geçilemeyecek bir konu da "tricorder". Önce trekkerlar dışındaki kesim için tricorder nedir onu açıklayalım: Tricorder, son derece gelişmiş bir el bilgisayarı. Etrafınızdaki nesnelerin ve canlıların bir analizini yapıp size bildirebilir. Oyunda ise iki temel işlevi var. Herhangi bir hedefe yöneltilmemişse, bulunduğunuz yerin iki ya da üç boyutlu bir haritasını çıkarabiliyor. Eğer bir hedefe yöneltip farenin sağ tuşuna tıklarsanız, o nesnenin/canlının bir analizini size sunuyor. Bu ikinci işlev, özellikle güç alanlarını ortadan kaldırmaya yarıyor. Önce tricorderı, güç alanının arkasındaki jeneratörde kullanıp çalışma frekansını öğreniyorsunuz. Daha sonra da phaserınızı elinize alınca, silah kendini otomatik olarak bu frekansa ayarlıyor (Frekans ayarını, phaserın alternatif atış seçeneğiyle siz de ayarlayabiliyorsunuz). Böylece güç duvarının içinden ateş edip arkadaki jeneratörü yok ederek duvarı ortadan kaldırabiliyorsunuz.

Oyun sadece ciuv ciuv ateş edip ortalıkta koşturmaktan ibaret değil. Çeşitli adventure öğeleri (bayılırım bu lafa!) de eklenmiş tabi. Gerçi bunların genelde "sarı kartı bul sarı kapıyı aç" gibi DOOM zamanından kalma öğeler olması bir süre sonra bayıyor ama, ilerlerde daha iyi bulmacalar da var. Mesela, az önce bahsettiğim phaser frekansı olayını, bazı yaratıkların kalkan frekansını öğrenip delmekte kullanmak gerçekten güzel bir fikir. Ama daha sonra her yaratığın frekasnı farklı olduğundan, iki dakikada bir aynı şeyleri tekrarlamakan gına geliyor.

"Bir Yıldız Filosu subayı, communicator'ı olmadan kendini çıplak hisseder" demiş büyüklerimiz (ya da bana öyle geliyor!). Ekranın sol üstünde yanıp sönen bir Star Fleet logosu görürseniz, anlayın ki sizinle iletişim kuruluyor. Hemen F1'e basarak iletişim çağrısını yanıtlayabilirsiniz. Tabi bu iş için ,illa ki sizi aramaları gerek yok. İstediğiniz zaman, siz de başka bir karakterle (tabi ki sadece oyananbilenler değil. Dr. Bashir, Odo, Mühendis O'Brien gibi dizi karakterleri de oyunda mevcut) iletişim kurup bilgi alabilirsiniz. Mesela teknik bir sorununuz varsa, O'Brien' la iletişim kurabilirsiniz. Communicator kullanımı, çok güzel yansıtılmış oyunda, aferin Simon ilen arkadaşına (neydi adı? :). Aklıma gelmişken, F3 ile ışık yakabilirsiniz (ben bunu aradım da epey, L' ye falan bastım eheh).

Grafiklere diyecek yok, Deep Space 9 dizisinin karanlık ortamları oyuna çok güzel aktarılmış. USS Defiant gemisi ve Derin Uzay 9 istasyonunun üç boyutlu modellemeleri için özgün teknik çizimlerinden yararlanılmış. Bölüm aralarındaki filmler de oyunun kendi motoruyla hazırlanmış. Seslendirmeler, gerçek oyuncular tarafından yapılmış olsa da, dizide Kaptan Sisko' yu canlandıran Avery Brooks' un yerine Sisko' yu başka birinin seslendirmiş olmasına şaşırdım. Bir de, options' dan altyazıları aktive edince (vay be!) konuşmalar çok hızlı geçmeye başladı, oyunda böyle bir bug mı var, bendeki versiyonu mu sorunluydu bilmioyrum. Unutmadan, Fallen 3D ses desteği de veriyor (bana 3D demeyin lütfen, grr :)). Yani demem o ki; DS9: The Fallen' ı her trekker alsın. Action oyuncuları için de kaçırılmaması gereken bir eser. Ben bunu bilir, bunu söylerim...

[ bu yazı GAMESHOW dergisi OCAK 2001 sayısında yayınlanmıştır ]